Salı, Aralık 25, 2007

İstanbul süpürgesi ve kalori bayramı

İstanbul'a gelince blogu yazmaya pek fırsatım olmaz diyordum ama bu kadarını da beklemiyordum doğrusu !! İstanbul'la aramızdaki kazan-kepçe ilişkisini unutuvermişim birden !!



Bu defa çok verimli bir ziyaret oldu, öncelikle neredeyse tüm sevdiğim arkadaşlarımla buluşabildim - ki kıymetini uzakta yaşayanlar bilirler. Bağdat Caddesinde gezindim, yeni alışveriş merkezlerine bir göz attım (medeniyet aaah !), vapura binip Eminönüne bile gittim ! İstanbul'un süpürgesi olmama az kalmıştı, minik bebeğim beni zor zaptetti - diyebilirim!



Bayram ise gerçekten tam bir kalori bayramı oldu !! Bizde tabii "Bakü'ye döneceğiz, bu yemekleri bir daha uzun süre bulamayacağız" psikolojisi de vardı. Bayramı fırsat bilip tüm sevdiğimiz yemekleri yedik diyebilirim ! Yapanların ellerine sağlık gerçekten...de bu şekilde, zar-zor verdiğimiz birkaç kilocuk da aceleyle, koşa koşa bize geri geldi, onlara kim çare bulacak bakalım!

En son pazar günü bizde babacığımın en sevdiği 3 şeyi yaptık: çiğ köfte, mantı ve un helvası.

Çiğ köfte gayet Elazığ-Urfa klasiği oldu ! Eşim yoğurdu, Mert buna çok şaşırdı !!



Bizim ev yapımı biber salçamız, çok güvendiğimiz kasabımızın nefis kıyması ve esmer bulgur sayesinde gerçekten leziz birşey oldu !


Mantı ise her zamanki gibi harikaydı çünkü Lale (Azeridir kendisi) bu konuda çok hamarat! Hamuru incecik, kıyması çok bol, sosu salçalı-tereyağlı-kırmızıbiberli, sarmısağı bolca...ooof of!

Derken sıra babamın en sevdiği tatlılardan birine, yıllardır bana yaptırmaktan çok keyif aldığı ama benim çok nadiren vakit bulup da yapabildiğim un helvasına geldi. Gönül Candaş'ın kitabındaki tarif bir harika, tam kıvamında. Tabii kavurma kısmında sabrınızı sınamaya hazırsanız !
Bol fıstıklı, tarçınlı bu klasiği ılık ılık yerken yanında Mado'nun kaymak-fıstık-çikolata dondurmalarında ikram ederseniz, bizim gibi mest olursunuz!!


Bayrama yakışan bu Türk klasiklerini yerken yine anladım ki herkesin en sevdiği yemek çocukluğundan kalma neyse odur !! Yıllar geçse de onu yerken aynı hazzı alır ve hiçbirşeye değişmez !

Umarım sizler de harika bir bayram geçirmiş, güzel sofralar kurmuş ya da paylaşmışsınızdır. Nice mutlu-huzurlu-muhabbetli-lezzetli bayramlara !!

Cumartesi, Aralık 08, 2007

Çok yakışıklı bir börek !!!


Yine İstanbul'a geldik ve kendimizi her zamanki gibi koşturmacalar içinde bulduk. Yazı yazmak, yemek yapmak çok lüks benim için!! Bu akşam azimliyim bu yazı bitecek ve yayınlanacak!!



Nasıl oldu bilmiyorum ama ben bu böreğe aşık oldum desem yeridir !! Evet biraz abartılı bir ifade biliyorum ama ilk yediğim anda vuruldum ve sonra kendi yaptığım 2 seferde de aynı duyguya kapıldım!

Kendileri ayrıca çok da yakışıklı, bana sabah güneşinde bir güzel poz verdiler !



Dış kabuğu incecik bir çıtır, içine doğru hamurundaki sütün verdiği bir yumuşaklık...İçinde de nefis bir ıspanaklı iç -o kısmı klasik sayılabilir - ama klasik güzeldir değil mi?


Daha görüntüsünden cezbediyor insanı zaten ! Bu böreği ilk defa Bakü'deki arkadaşım Akbel'den yedim. Annesinin sihirli tarifiymiş. Hemen tarifini aldım ve ilk misafir geldiğinde denedik. Fotoğraftan anlayacağınz üzere sadece 3 kişi olarak tepsinin yarısını hemen bitirdik, size resimlemek için çok şükür diğer yarısı kaldı !!


Hamur açma kısmında Lale'den destek aldım ve sonuçtan herkes çok çok memnun kaldı!


Tarifi çok kolay ama biraz vakit istiyor! Eliniz alışınca, yani birkaç seferden sonra zaman da kısalıyor tabii.


Hamuru için :
  • 2 yumurta (birinin sarısı ayrılıp üzerine sürülecek)
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 çay bardağı sıvı yağ (ben zeytinyağ ve mısırözü yağını karıştırıyorum)
  • 2 çay bardağı süt
  • 1 paket hamur kabartma tozu
  • Alabildiği kadar un (kulak memesi kıvamında)

İçi için ben ıspanaklı iç kullandım, 1 soğanı kavurup doğranmış ıspanağı ekledim, biraz daha kavurup, tuz-karabiber ile tatlandırdım. Siz isterseniz bunu kıymalı ya da patatesli yapabilirsiniz eminim harika olur.



Hamurunuzu hazırladıktan sonra hafif unladığınız tezgahta, bir yemek tabağı büyüklüğünde, mümkün olduğunca ince açıyorsunuz. Daha sonra bir ucuna uzunlamasına yaydığınız iç ile sıkı bir rulo yapıyorsunuz. Bu ruloyuda resimlerdeki gibi döndürerek, ilk önce yuvarlak bir fırın kabının tam ortasına yerleştiriyorsunuz.



Daha sonra ikinci ruloyu da hazırlayıp, bu en ortadaki yuvarlak şeklin etrafına sarıyorsunuz. Tüm kabınız dolana kadar aynı işlemi devam ettiriyorsunuz.



Bitince üzerine yumurta sarısını sürüp, 180 derecelik fırında üzeri kızarana kadar pişiriyorsunuz. Çıkınca sıcak sıcak böreğinizi afiyetle yiyorsunuz, beni ve Akbel'in annesini anıyorsunuz!


Not: O kadar yakışıklı bir börek ki resimlerini bir türlü seçemedim ! Bu da böyle bol resimli bir börek tarifi oldu!!


Pazartesi, Kasım 26, 2007

Vakitsizlik, yine de katmer poğaça ve sokak simiti



Buaralar bir türlü yazı yayınlayamıyorum! Evet iki çocukla vaktim çok az, çok daha yorgunum, biraz da şaşkınım! Sanırım bu yüzden de bilgisayar karşısında "boş boş" vakit geçirmeyi tercih eder oldum!! Yani Facebook, email, garip gurup yeni siteler... Beynimi çalıştıracak gücü her zaman bulamıyorum, tam bulduğumda da ya bebek ağlıyor ya da Mert birşeyler istiyor!! Bir işi başından sonuna bitirebildiğim olmadı şu evde, mutlaka birşeylerle bölünüyor.


Aslında mutfağa hiç ara vermedim, hep yeni birşeyler deniyorum çünkü orası benim terapi mekanım! O da olmasa çıldırırım herhalde! Ama işte örneğin Cenk'in meşhur Nutellalı çikolatalı tartını yapıyordum, önceden püf noktalarını, tarifi bir güzel yazdırdım, önüme koydum, tam da "hamuru hızla yapınız" aşamasına bakarken ve hamurun ortasındaykeeen..."annneee tuvalete gelseneeee" !! Dedim ki kendi kendime, 'bu Cenk tabii muhteşem tarifler yapar'!!! (kendisi bu lafa kızmayacak kadar neşeli birine benziyor-umarım öyledir!)


Yine de siz o inanılmaz tartı yapmalısınız -eğer benim gibi "overdose çikolata"dan ya da "çikolatanın içinde kaybolmaktan" hoşlanıyorsanız tabii !!


Neyse bu arada bitiremediğim 3 tane ayrı gönderi de benim konsantre olup bitirmemi bekliyor. Üstelik bu haftasonu yine İstanbul'a gidiyoruz 1 aylığına ve orada vakit çok daha kıymete binecek!!


Bütün bu hengame içinde ben her pazar yeni birşeyler denemeye devam ediyorum ama ne kadar alelacele yaptığımı bir görseniz, güler misiniz yoksa acır mısınız bilemem artık!!





Dünkü deneme benim zaten hayatta en sevdiğim şeylerden biri olan simit...ama gerçek sokak simiti ! Geçenlerde tam buğday unu ve zeytinyağı ile bir denemem oldu, çok sağlıklı ama maalesef sokak simidi ile alakasız bir formüldü ! Kafaya taktım aynısı olacak diye ve internette daha önce yaptığım araştırmaları gözden geçirip, okuyup- çalışıp Evcini'nin tarifinde karar kıldım! Beni yine yanıltmadı Evcini (daha önce de muhteşem inegöl köftesi yapmıştım oradan).



Biz İstanbul'da ailecek simit hastasıyız ve simitçi simitçi gezip en gevrek ama içi en yumuşak olanı arar dururuz. Bu arada sokaktan alacaksanız, en güzeli gerçekten Bağdat Caddesinde Kazım Kulan ya da Marks&Spencer'ın önündeki simitçidir !



İlk denemede vakitsizlikten biraz tombik oldular ama tadına inanamadık eşimle! Yıldırım hızıyla çay demlendi, beyaz peynir dilimlendi, gözler kapatılıp Türkiye'nin kokusu keyifle içe çekildi!! Hemen bizimkileri aradım ve "siz İstanbul'da en güzel simidi arayın daha, biz Bakü'de bulduk bile!!" dedim.



Sonra gece araştırmalar devam ederken ne zamandır yapmak istediğim, bence bir internet-blog efsanesi olmuş Katmer Poğaça'yı buldum yine. Mutfak Güncesi adlı blogda Şaziye o kadar güzel anlatıyor ki poğaçayı, bir çok başka blog da onun bu güzel tarifini kullanmış zaten. Blogunu bitirmiş Şaziye çok üzüldüm, ne kadar güzel tarifleri var halbuki.

Size bu sabah bu poğaçayı nasıl yaptığımı anlatmalıyım. Sabah 6:30'da Yiğit'i emzirdikten sonra, fırladım mutfağa. Derdim Mert uyanmadan poğaçayı fırına koymak ve ona kahvaltıya yetiştirmek, zira beyimiz bu aralar "ekmek yemekten sıkılmışlar" efendim, "hep aynı kahvaltıymış"! Beyimiz ev yapımı beyaz peynirli-pekmezli ekmeğimden ya da sıkılmasın diye yapılan pancake'lerden çok "yorulmuş" (onun lafları). Annem olsa ona ne cevap vereceğini iyi bilirdi ama...


Ancak bizimki pijamaları ile erkenden geldi yanıma.."Anneee hadi odamda oynayalım" ! "Hayır Mert'cim, biraz sonra", "Şimdi!!" ...Çözüm, Mert'i de tezgaha oturtup eline biraz un vermek oldu! Bir yanda bebek, diğer yanda Mert ve ben ilk kez böyle bir hamur açıyorum, kat kat yani ! Mert de elini uzatıp, "ben de merdaneyi kullanıcam" tutturmalarında hem de!


Bir de ben o şaşkınlıkla hemen mayalansın diye 50derecede fırında bekletip, sonra pişme esnasında dereceyi 180 dereceye getirmeyi unuttum tabii ! Ben pişmiştir herhalde fırına bakınca, içerde kabardıkça kabaran, pofuduk pofuduk nefis -pişmemiş- poğaçaları görünce minik bir çığlık attım! Eyvah, Mert'in okula gitmesine çok az kaldı !!


Nihayet piştiler, paketlenip yolda yenmek üzere Mert beyin çantasına kondular ve ben de derin bir nefes aldım!


Yaşasın bloglar, gerçekten! Bu kadar leziz ve hayatımıza renk katan tarifleri başka nereden bilecektik! Mutfak Güncesi ve Evcini'ne tekrar teşekkürler!

Salı, Kasım 13, 2007

Sıkma Çeşitlemeleri ve mecburiyetten Calzone !


Eşimin ilkokul yılları Adana'da geçmiş ve her zaman orayı çok sevgiyle ve mutlulukla anar. Bense üniversitede çok sevdiğim sınıf arkadaşım Senem sayesinde Adana ve güzelim yemekleri tanıştım. Bir sömestir tatilinde hayatımda yediğim en güzel yemekleri Adana'da misafir olduğumuz, o çok hamarat hanımların evlerinde yemiştik. İşte sıkma ile o zaman tanışmıştım.


Uzun zamandır da eşim "bi öğrensen de yesek" diyordu. Tarif için hemen konunun uzmanı Fatoş Yenge'yi Bakü'den arayıp tarifini aldım.


Sıkma hamuru ekmek hamurundan olurmuş. Klasik ekmek tarifinden ya da fırından aldığınız hazır ekmek hamurundan ya da hatta Fatoş Yengenin tavsiyesiyle evde kalmış bayat ekmeğe su ve un ekleyip arttırarak hazırlayabilirsiniz. Bu son özelliği ile bayat ekmekleri değerlendirmeyi sevenlere güzel bir seçenek oluyor!


İç malzemeleri için önce bir tavada halka halka kestiğiniz soğanları (miktarı kişi sayısına göre ayarlayın, biz 2 kişi için bir orta boy soğan kullandık) biraz zeytinyağında (ya da dilerseniz tabii ki tereyağında!) kavurun. Kavrulan soğanlar soğuduktan içine kıyılmış maydonoz, kırmızı ve karabiber, ezilmiş beyaz peynir ekleyin.


(Bu arada bir yandan ya ayranınızı yapın ya da çayınızı da demleyin ki yanında nefis olsun. Bir de tabii benim için domates söğüş vazgeçilmez olur böyle durumlarda!).


Hamurdan cevizden biraz büyük parçalar koparıp, tatlı tabağı büyüklüğünde, mümkün olduğunca ince açın. Bunu yağladığınız bir yapışmaz tavaya koyun ve kabardığını görünce altını kontrol edin. Pişince öbür tarafını çevirin. Hamurun bu puf puf kabarması çok şeker bir görüntü olacak! Son olarak iki taraf da pişince biraz ateşe tutun, biber közler gibi (burası çok ilginç geldi bana!).



Ve sıcak sıcak hamura içi koyup dürüm yapın. Hemen, dumanı üstündeyken, çay veya ayran ile servis yapın. Bir yiyen bir daha isteyeceğinden siz ikinci hamuru da pişirmeye başlayın. Kendinize mutfakta minik bir dürüm yapıp yemeye başlayın benim gibi !




İkinci hafta bir deneme daha yaptım ama bu sefer de bir çeşitleme yapmadan duramadım!

Bir zamanlar Pizza Hut'ın bir Sicily's pizzası vardı, hatırlar mısınız? Sarmısaklı ve kekikli nefis bir hamurun üzerine yapılan pizzalar. Aslında ben artık daha ince ve gevrek hamurları seviyorum ama o hamurun sarmısak ve kekik kısmının tadı damağımda kalmış.

Neyse, ben de bildiğiniz klasik pizza hamurunu ekmek makinasında hazırlarken içine sarmısak ve kekik ekledim. Hani şu meşhur bip sesinden sonra! Sonra da o hamurla öğleden sonra sıkmalar, akşama da pizza hazırladım.

Ancak pizzada öyle bir hata yaptım ki....Mutfakta böyle hatalar yaptığım için kendime çok kızıyorum!

Ben sarımsaklı-kekikli hamurumun lezzetinin hayali ile hamuru incecik açtım ve üzerine en sevdiğim malzemleri (bolca peynir, sucuk, mısır, domates, zeytin) güzelce yerleştirdim. Fırını da Forum.name'deki önerilere uygun olarak en sıcağa ayarlayıp, fırın tepsisini sanki pide-pizza taşı gibi kızdırdım -üzerine pizzaları yerleştireceğim- güya! Bir de baktım ki pizzaların tabanına yağlı kağıt koymadan direk tezgahın üzerinde yapmışım. İncecik hamura, bolca malzemeyle yüklenince de pizzam tezgahla bütünleşmiş!! İmdaaat kurtarın bu leziz pizzayı!!!



Ben de çaresiz pizzayı kapatmak zorunda kaldım! Böylece tepsiye koymak biraz daha kolaylaştı. İşte bu yüzden mecburen bir çeşit Calzone'miz (italyanların kapalı pizzası) oldu ! Ama tadının ne kadar harika olduğunu anlatamam size ! Mutlaka deneyin derim sadece. Resimdeki ilginç pide görünümlü "şey" işte bu calzone çeşitlemesidir !!

Cuma, Kasım 09, 2007

Domatesli Kekikli Fırında Enginar


Biliyorum enginarın vakti değil...

Biliyorum yaz bitti domatesler de yaz domatesleri değil !

Ve yine biliyorum ki taze kekik bulmak da çok kolay olmayabilir !



Ama bu farklı güzel yemeği yapmak isterseniz, belki zamanında buzluğa attığınız enginarları kullanabilir, domatesleri benim gibi minik (cherry) domateslerden seçebilir ve kekiği de büyük süpermarketlerde satılan minik paketlerden alabilirsiniz. Şanslı olanlarınız belki yerel pazarlardan da hala buluyordur.




Bu tarifi ilk defa yeni evlendiğimde, sık sık misafir çağırarak ilk "kendi" mutfağımda yemek yaptığım günlerimde denemiştim. Jamie Oliver'ın kitabını elimden düşürmüyor ve herhaftasonu yeni bir tarif deniyordum. Yıllar sonra değişik sebze yemekleri arayışımda yeniden bu değişik enginar tarifini yaptığımda aldığım olumlu tepkiler bu yemeği "sık yapılanlar" listesine soktu.


Tarif Jamie Oliver'ın The Naked Chef kitabındandır.


Malzemeler:

  • 2 orta boy enginar
  • Zeytinyağ
  • (varsa) Deniz tuzu (yoksa bildiğiniz tuz!) ve taze çekilmiş karabiber
  • 1 avuç taze kekik
  • yarım limonun suyu
  • 2 diş sarımsak, ince doğranmış
  • 10 kırmızı ve 10 sarı minik (cherry) domates (ben hepsini kırmızı kullandım)
  • 1 avuç taze fesleğen yaprakları
  • isteğe göre kırmızı pul biber

Yapılışı:
  1. Önce enginarları dörde bölün ve biraz zeytinyağı ve tuz ile kapağı kapalı, kalın tabanlı bir tencerede 4-5 dakika pişirin
  2. Kapağı açın, 1 diş sarımsağı ve kekiğin yarısını ekleyin (kekiğin daha fazla aroması çıksın isterseniz parçalayıp ekleyin). Sarmısak yumuşayıncaya kadar pişirin.
  3. Limon suyunu ekleyin ve suyu azalana kadar biraz daha pişirin, tencereyi ateşten alın.
  4. Domateslerin dilerseniz kabuklarını soyun, ortasındaki sap yerini temizleyin (isterseniz sadece sap yerini temizleyin, kabuklu pişirin). Bir kaba koyun ve biraz zeytinyağ, fesleğenin yarısı, bir tutam tuz, karabiber ve pul biberi ekleyin. İyice karıştırın ve fırına dayanıklı bir kaba (örneğin borcama) bu domatesli karışımı koyun
  5. Enginarları ve 1 diş sarımsağı da domateslerin içine-etrafına yerleştirin (ben alta enginar, üste domates koydum, daha güzel görünüyor!)
  6. Üzerine kalan kekik ve fesleğeni, deniz tuzu ve karabiberden birer tutam daha ve bolca (ya da diyetteyseniz az-biraz!) zeytinyağ ekleyin
  7. 180 derecelik fırında 40 dakika kadar pişirin
Pişince domatesler yukardaki kadar albenili değil, aşağıdaki gibi görünüyor ama enginarı bu şekilde pişirerek konuklarınıza hoş bir süpriz olacağına emin olabilirsiniz!




Afiyet olsun!

Perşembe, Kasım 01, 2007

SANAL DÜNYA VE YEMEK.NAME

Devletşah'ın ne kadar yetenekli olduğunu hepimiz blogundan biliyor ve zevkle takip ediyorduk. Ancak bu sanal yemek dergisi bu yeteneği hangi boyutlara kadar taşıyabileceğinin çok güzel bir örneği oldu.


"Yeni bir şeyler söylemek lazım" sloganına çok yakışan bu adımlarda insan hep "bakalım bundan sonra nelerle tanıştıracak bizi" diye bekliyor !


Bugünlerde Facebook gibi platformlar bolca tartışılıyor ve bunlar sayesinde vaktimizin önemli bir kısmını bilgisayar karşısında geçiriyoruz. Bizim gibi blog canavarı bir grup da hergün kapı kapı gezip komşuları neler yapmış diye bakınıyor, yorumlar yapıyor, bilgi ve birikimlerini paylaşıyor. Kendi bloglarını yenilerken, yemekler yapıyor, fotoğraflar çekiyor, bunları bilgisayara aktarıyor, içlerinden en güzelini özenle seçiyor. Kimimiz bunu benim gibi çocuklar yatıp etraf sakinledikten sonra gece yarılarında yapıyor. Kiminiz hem iş hayatı hem de tüm bunları birarada yapıyor- muhtemelen yine gece yarılarında.


Kısacası sanal dünya artık hayatımızın tam içinde-ortasında-başında-sonunda heryerde !


Hal böyle olunca, sanal bir yemek dergisi bu kitle için çok anlamlı ve zevkli bir yenilik oluyor! Üstelik Devletşah bunu "sanal dünyaya" yakışan bir şekilde, Forum.Name ile "interaktif" bir ortama da taşıyor. Dergideki konular hakkında okuyucular kendi aralarında canlı canlı fikir paylaşımlarında bulunuyor.
Derginin indirilme sayısı, yani gerçek dünyadaki tiraj, "sanal dünya"nın bundan ne kadar zevk aldığını da gösteriyor!

Benim köşem (söylemesi bile güzel geliyor!) "Annecim bugün bana ne pişirdin?". Sadece miniklerimiz için değil hamile ve lohusa anneleri de kapsayan yazılar hazırlıyorum. Bir üç yaşında, bir de 5 aylık bebeği olan biri için bu konular zaten hayatının en önemli parçası! Bir de benim doymak bilmez kitap ve araştırma merakımla elimde ne kadar çok malzeme olduğunun aslında ben bile farkında değildim.


Ben çok büyük bir mutlulukla yazıyorum, umarım size de keyifle okuyorsunuzdur! Köşemle ilgili soru ve önerilerinizi de bekliyorum. Burada ya da Forum.Name'de buluşmak üzere!


Eğer hala indirmediyseniz, işte Kasım sayısı. Bilgisayarınız bu sanal alemin nimetini indirirken, siz de bir fincan çayınızı ya da kahvenizi hazırlayın. Sonra oturun ve çayınızı/kahvenizi yudumlarken keyifle sayfaları çevirin!


Yemek dergisi Yemek.Name'yi indirmek için tıklayın

Pazar, Ekim 28, 2007

YAĞMUR, SİMİT, ÇAY !



Yaz sonrası, hatta bazen de yaz boyunca yağmurlu ve kapalı bir havanın özlemini duyarım! Hava güneşli olduğunda evet mutlu olurum ama evde oturursam da kendimi bir garip hissederim, mutlaka çıkmak isterim!
Halbuki hava kapalı olduğunda evde oturmanızda bir sakınca yoktur ! Dışarı çıkmamanız için çok geçerli bir sebebiniz vardır! Ve böyle havalarda en güzel şey güzel bir çay demleyip (ya da nefis bir kahve yapıp), yanına da şöyle atıştırmalık bişeyler hazırlamak, evi mis gibi kurabiye-kek-simit kokusu ile doldurmaktır! Sonra da alıp bunları camın yanında yağmuru izleyerek yemektir!
Çalışırken de okurken de, yağmurlu günlerde hep "şimdi evde olsaydık, battaniyenin altına girip, çay ve kurabiye eşliğinde televizyondaki eski Türk filmlerini izleseydik" diye hayaller kurardım! En çok da karlı günlerde bunu isterdim! Ah keşke lapa lapa kar yağsa da yapsak bu hayali !
Resimdeki kandil simitleri tam buğday unu ile yapıldı, nispeten sağlıklılar diyebilirim! Ben artık hergün una bulanmazsam kendimi eksik hissediyorum!

Bu yüzden de bu seferlik nispeten sağlıklı bir hamurişi olsundedim! Çok sevdiğim kitabım "Beyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri" (Arzu Aygen-Ülfet Aygen) hemen imdadıma koştu!

Malzemeler:

  • 1 çay bardağı susam
  • 3.5 su bardağı tam buğday unu (benim unumla 3 bardak yetti)
  • 1 çay bardağı yoğurt
  • 6 yemek kaşığı ya da 150g oda sıcaklığında eritilmiş tereyağ
  • 1 çay bardağı zeytinyağ
  • 1 yumurta (akı sarısı ayrılmı)
  • 1 tatlı kaşığı bal (ben pekmez koydum o da güzel oldu)
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 1 çay kaşığı mahlep
  • 1 tatlı kaşığı deniz tuzu

Yapılışı:

  1. Fırınınızı 180 (turbo 160) derecede ısıtın, fırın tepsisini yağlayın ya da yağlı kağıt serin. Susamı geniş bir tabağa alın.
  2. Unu geniş bir kaba eleyip ortasını havuz gibi açın. Eleğin üzerindeki kepeği de içine katın.
  3. Yoğurt, tereyağ, zeytinyağ, yumurta akı, bal, karbonat, mahlep ve tuzu ortasına koyup güzelce yoğurun
  4. Kabın kenarlarında ayrılmaya başlayınca, elinize yapışmadan toplar yapabildiğiniz zaman, ceviz büyüklüğünde 20 parça koparın.
  5. Kopardığınız hamur parçalarını elleriniz arasına yuvarlayarak uzatın ve iki ucunu birleştirip halka haline getirin. Ben dayanamam hamurla hemen oynarım ve bir sürü değişik şekil yaparım! Örneğin 3 küçük uzun parçadan saç örgüsü yapıp uçlarını birleştiririm ya da düğüm (kalp) gibi yaparım (pretzel krakerleri gibi). Mert için de minik simitler yaptım, o da bayıldı bu işe!
  6. Halkaları önce yumurta sarısına sonra da susama batırın. Ben bazılarına sadece çörek otu, bazılarına da hem susam hem çörek otu serptim.
  7. Birbirine değmeyecek şekilde fırın tepsisine dizin.
  8. Sıcak fırının orta rafında 20-30 dakika pişirin. Susamların üzerin pembeleşmiş olmalı. Hemen fırından çıkarın, alttan da hava alabileceği şekilde tel ızgara üzerinde ısıtın.

Kitaptaki notta mahlebin İdris ağacı ve kokulu kiraz ağacı da denilen mahlep ağacı meyvesinin çekirdeklerinin öğütülmesinden elde edildiği yazıyor. Kandil simidinin nefis kokusunun da müsebbibi olarak tanınırmış! Daha fazla bilgi burada.

Bu kitabı gerçekten çok seviyorum, daha önce de bir havuçlu kek tarifi vermiştim, o da nefis ve çok sağlıklı olmuştu. Tariflerde sadece tam buğday unu var ve beyaz una göre daha sağlıklı olduğu için bu da benim içime biraz olsun su serpiyor !

Yapanlara afiyet olsun.

Salı, Ekim 23, 2007

Minik Eller Mutfakta : İMDAAAAAT !



Ben bu etkinliği dört gözle bekleyip, tarihe dört gözle bakmamışım!! 30 ekim zannedip geciktim iyi mi!!!



Halbuki anlatacak 3 farklı hikayem vardı !


Birincisi evdeki miniğimle yaptığımız Akdeniz Pizzamız!


Küçük şef Mert'le Pazar günü güzel bir pizza yaptık ama fotoğraf çekmeyi unuttum ve zaten yemeğe o kadar geç kaldık ki, bir telaş geçiverdi o anlar ! Pizzamın kötü bir resmi yanda gördüğünüz gibi, son kalan dilimin gece karanlığında alel-acele çekilmiş hali !!



Bu da Mertoşun hamura bulanmış elleri (itiraf ediyorum bu da eski bir resimden alınma!)



Pizzamızı, ekmek hamuru hazırlayıp (önce o hamurdan nefis sıkmalar yapıp) üzerine de bayıldığım "Akdeniz Pizza" malzemeleri ile donattık. Üzerine biraz su ile karıştırdığımız bibersalçası ve domates salçası ile kekik sürdük. Bu safhada Mert gerçekten bir minik şef gibiydi, büyük bir ciddiyetle serpiştirdi kekiği! Üzerine kaşar rendesi ve onun üstüne de sıkmadan kalan kavrulmuş soğana kattığım maydonoz beyaz peynirini ekledik. Biraz zeytin, bolca domates ekledikten sonra, karabiber, kırmızı biber serpip, üzerine yine kaşar rendesi rendelik.

Hımmm harika oldu ! Pizzayı sevmeyen var mıdır diye düşünüyorum!!


İkinci hikayemiz ise Bakü'de geçen yıl yaptığımız "Kurabiye Grubu" oldu! Nefis kurabiyelerin üzerini çok eğlenceli bir şekilde süslemiştik. Bu yazıda da anlatmıştım, bloguma ilk başladığım günlerde. Umarım siz de fikri beğenirsiniz.



Gelelim bu etkinlikle aynı vakite denk gelen güzel bir tesadüfe, üçüncü hikayemize !


Mert burada, Bakü Uluslararası Okuluna gidiyor (TISA) ve orada bugün bir sürü değişik milletten, 3-4 yaşlarında çocuklarla beraber bugün bir başka kurabiye süsleme günü yaptık! Bu sefer ki tarif için bir sürü güzel kitabımı araştırdım ama hepsinde bir buzdolabında bekletme süresi olduğundan bizim aktivitemizin akışına uymayacaktı. Bu yüzden Müge'nin tarifini biraz değiştirerek uyguladım.



Sabah ilk iş malzemelerimi alıp okula gittim ve okulun mutfağını kendi mutfağıma çeviriverdim. Bir gece önce yaptığım kakaolu deneme hamurumu da iyi ki yanıma almışım çünkü çocuklardan öyle bir rağbet oldu ki, 2 hamur ancak yetişti.


Ortaya bu sefer sadece renkli yıldızlar, çikolata damlacıkları ve kuru üzüm koydum. Bir kaç değişik de kalıp.


Ve 6'şarlı gruplardan yaklaşık 5 gruba birden tek başıma bu işe girişince, öğretmenlerin tek tek ellerinden öpmek istedim!!! Yuva öğretmeni olmak ne kadar, ama ne kadar zor bir iş bu sabah anladım! Hamuru burnuna tıkayanlar, koklayacam diye burnunu sokanlar, süsleme malzemelerini avuçla yemek isteyenler, "bana da bana da" diye benim burnuma tabağını bıkmadan sokanlar, hamuru minik minik parçalayıp kalıba sıkıştırmaya çalışanlar, hamuru çiğ çiğ yemeğe çalışanlar, bağıranlar, çağıranlar, İMDAAAAAAAT KURTARIN BENİİİİİ!!!!






....demedim tabii, gülümseyip işime devam ettim! En sonunda korkunç bir baş ve bel ağrısı ile işimi bitirdim! Aynı anda etrafı nefiiisss tereyağlı kakaolu kurabiye kokusu doldurdu (teşekkürler Müge'cim). Öğretmen ve çocukların bu işte çok zevk almaları ve mutlu olmaları gerçekten de yorgunluğumu unutturdu bana! Enerji doldum yine. Sanırım öğretmenler de böyle enerji alıyorlar bu işten!


Daha güzel el resimleri olsun isterdim ama o hengamede ancak bunu çekebildim. Bunu bile çekerken " neden neden???" diye soran soran son gruba derdimi anlatmaya çalışıyordum.



Haftaya daha organize bir şekilde yapacağız yine bu işi, tekrar resim çekip yenilemeye çalışacağım, bana şans dileyin, parçalanmadan döneyim evime !


Son olarak bu güzel aktiviteye ev sahipliği yapan Selen'e tebrikler ve teşekkürler !

Pazar, Ekim 21, 2007

Mangal tarifleri NİHAYET!


Günlerin ne kadar hızlı geçtiğine inanamıyorum! İki çocuklu hayat içinde, üstelik artık çalışmamama rağmen, yapmak istediklerimin ancak yarısını yapabiliyorum! Umarım bu sıkıştırılmış hayat modu yakında geçer !! Ya da acaba iki çocuk olunca hep böyle mi oluyor??


"Çok yakında" falan deyip sizi de uyutmuş gibi oldum kusura bakmayın! Önce araya bayram telaşı girdi ve sonra da geçen bütün hafta benim büyük oğlanın okulu olmadığından evde onu eğlendirmekle meşgulduk!

Gelelim meşhur mangal tariflerine !! Meşhurluğu sadece uzun zamandır yazamamaktan aslında.

Yaz aslında, özellikle de İstanbul'da çoktan bitti ama Bakü'de Eylül ve Ekim oldukça sıcak geçti. Biz de fırsattan istifade balkonda mangal keyfini buradaki arkadaşlarla paylaştık. Fotoğraflar iki farklı akşamın karması oldu.


Menülerde, daha önce "Yaşasın Salatalar" yazımda anlattığım salataların yanı sıra, (tabii ki meşhur) kısır, piyaz, börek çeşitleri, ızgara hellim ve ızgara sebze vardı. Mangaldaki etlerin terbiye soslarını ve de Evcini'nden aldığım inegöl köftelerini de bir başka zaman anlatacağım çünkü çok çok başarılı oldular.


Tarifini vermek istediklerim ise fırında kaşarlı-karidesli mantar, köz kırmızı biber-patlıcan salatası ve en ilginci de sanırım fırında domatesli, kekikli enginar ! Hepsi bir yazıya sığmayacak gibi duruyor, bu yüzden şimdilik ilk ikisini vereceğim.

Fırında kaşarlı-karidesli mantar çok kolay ve pratik bir tarif.



Malzemeler:
  • 1 paket mantar
  • 1 çay bardağı kaşar peyniri
  • Mantar sayısı kadar karides (ben dondurulmuşlardan kullandım)
  • 1 tatlı kaşığı hardal
  • Zevke göre tuz-karabiber-kırmızı biber-köri
  • Dilerseniz biraz tereyağ

Yapılışı:


  1. Mantarları temizleyin ve saplarını dikkatlice çıkarın
  2. Saplarını ince ince doğrayın ve buna hardal, baharat, kaşar peynirin yarısı ve isterseniz tereyağ ekleyin (ben eklemedim!)
  3. Bu karışımı mantarların içine doldurun ve bunun üzerine birer karides yerleştirin
  4. Karideslerin de üzerine biraz daha kaşar peyniri rendeleyin
  5. 180 derecelik fırında üzeri kızarana dek pişirin

Karidesler yiyenlere süpriz oluyor ve bu çok kolay yemeğin servis tabağı adeta silinip-süpürülüyor!

Köz kırmızı biber-patlıcan salatası

Bu çok kolay olan bir başka tarif ama ne zaman yapsam yine ilk bitenlerden oluyor! Bilgiye'nin kulakları çınlasın, bize o öğretti bu tam Doğu işi leziz tarifi.

Malzemeler:

  • 1 kilo kırmızı biber
  • 1 kilo patlıcan
  • 4 domates, soyulmuş ve küp küp doğranmış
  • 4 diş ezilmiş sarımsak
  • 2-3 yeşil biber
  • Yağ (ben herzamanki gibi zeytinyağında yaptım ama çekinmeyenler tereyağ da kullanabilir tabiii!)

Yapılışı :

  1. Patlıcan ve kırmızı biberleri fırında ya da ocakta közleyin ve kabuklarını soyarak küçük küçük doğrayın
  2. Yaklaşık 3 çorba kaşığı zeytinyağında domatesi yumuşayana kadar çevirin
  3. Yeşil biberleri de ekleyin ve onları da yumuşatın
  4. En son sarımsakları ekleyin ve kokusu çıkana kadar birkaç dakika daha çevirin
  5. Közlemiş olduğunuz patlıcan ve biberleri de ekleyerek karıştırın, birkaç kez çevirin ve altını kapatın
  6. Hafif ılık ya da soğuk olarak servis edin

Bu nefis mezeyi vakti olmayanlar, dolaplarında bulunduracakları hazır doğranmış domates, közlenmiş patlıcan ve biber konserveleri ile çok kısa sürede de yapabilirler. Şipşak bir meze olarak acil misafirlerinizi şaşırtabilirsiniz!

Bir sonraki yazıya en ilginç tarifi, enginarı sakladım, iyice televizyon kanallarına benzedi bu iş, " az sonraaaa" !

Salı, Ekim 16, 2007

Bayramın ardından..

EN SÜRPRİZLİ VE EN TATLI BAYRAM


Arife günü sabah saat 7:30 civarları, bababu (babaannenin ailedeki adı) evde kahvaltısını hazırlarken, uzaklardaki oğlu arar. Bakü'den havadisleri verir, bayramda neler yapacaklarını konuşurlar ve bayramda ayrı kalacak olmanın hüznü sesine yansır. İkisi de biraz buruk telefonu kapatırlar.

Bababu kahvaltısına geri döner, aklında uzaktaki evlatları, torunları ve bolca"keşke"ler vardır...

Saat 8:00 civarı kapı çalar, gözden bakmak ister bababu ama biri eliyle kapamıştır. "Allah allah sabahın bu saatinde ve arife günü şeker istemek için biraz erken değil mi?" diye düşünür bababu. "Kim o ?" der, bir çocuk sesi "Biziiiiz" der ama bababu hala kim olduğunu göremez ve artık kızmaya başlar! "Elini çekmezsen açmam kapıyı!"

Elini çeker veeeeeeeeee...

Karşısında 2 torun, 2 evlat gülümseyerek ona "Sürpriiiiz" derler (bebek torun sadece sırıtır)!
Bababu şaşkın-mutlu-heyecanlı bir "Hiiiiii" der ve çığlık-kıyamet-gözyaşı ile sarılınır!




İşte bu sahne bir şeker reklamından değil, bizim bayram kaçamağımızdan alındı!! Bu defa kimseye haber vermedik ve tüm aileye önceden hazırlanıp-çalışıp sürpriz yaptık! Her seferinde saklana saklana apartmanlara girip, teknolojik aletlerden kaçarak (örneğin görüntülü zil sistemleri sürprizlere zarar aletlermiş!) kapıyı açanın nefis bir "hiiiiii" çekip donup kalmasını, gözlerinin yerlerinden çıkarcasına açmasını görmek ne kadar eğlenceliymiş meğer!


Unutulmaz bir bayram oldu bu sefer! Tüm uzaktakilere darısı başınıza diyoruz!


Nice mutlu, şeker tadında bayramlar!

Pazar, Ekim 07, 2007

ÇOK YAKINDA!! MANGAL SOFRASINDAN SEÇMELER


Yaz biterken 2 haftasonu üstüste mangal sofrası kurduk, biri aynı zamanda iftar sofrası da oldu! Çok yakında tarifleriyle vereceğim.
Belki biraz tahminde bulunursunuz sofrada neler olduğunu?


Pazartesi, Ekim 01, 2007

YAŞASIN SALATALAR !



Salata çocukluğumdan beri en sevdiğim, en çok tükettiğim yemektir sanırım! Eskiden annem sofraya oturunca ilk önce salata yememi yasaklamaya kadar gitmişti. O kadar çok yiyordum ki hem sonra yemek yemeğe halim kalmıyordu hem de sofradakilere salata bırakmıyordum!


Her akşam mutlaka en az bir çeşit salatası olanbir evde büyüyünce, kendi evimde de aynı alışkanlık fazlası ile devam etti. Her çeşit yeşillik, sebze benim için salataya girebilir. En güzeli ise en sade ve kolay olanıdır, bol taze marul-dereotu-nane ve üzerine de bol limonlu, zeytinyağlı sos! Salatadaki tek nazım bol limonlu olması şartıdır yoksa tadını alamam bir türlü.

Son 3 haftadır misafirlerimiz vardı bu yüzden bloga yazı yazamadım ama bolca malzeme biriktirdim. Bu hafta sırayla yazacağım.


Yukardaki salatalar da misafirlere yapılanlardan örnekler.


Sol üst köşedeki bildiğiniz çoban salatası ama içinde fazladan reyhan, beyaz peynir ve biraz yağda kavrulmuş ayçekirdeği içi var.


Sol alt köşedeki ise GÖBELEK salatası, yani mantar salatası. Bunun içinde de mantar, bezelye, mısır, kırmızı biber, maydonoz, dereotu, salatalık turşusu var. Sosu limon ve zeytinyağından ibaret. Leziz bir birleşim olduğunu tahmin ediyorsunuzdur.


Sağ üst köşedeki ise yeni favorim! Fotoğraftaki salatam biraz parmesanda boğulmuş ve içindekiler çok belli olmuyor! Bu her yiyenin hayran kaldığı salata için semizotu, tuzda ovulmuş kırmızı soğan, ceviz, domates, sumak lazım. Sosu için de az limon, nar ekşisi ve zeytinyağ. Üzerine parmesan ya da eski kaşar rendeleyebilirsiniz.

Sağ alt köşedeki lahana salatası tarifini daha önce vermiştim, bu seferkini yine Leyla yapıp getirdi, harikaydı her zamanki gibi.


Bizde diyet devam ettiğinden akşamları bu salataları evirip-çevirip yiyoruz. Söz konusu misafirler olunca biraz daha süslü ve zeytinyağlı yapıyorum, kalori derdim olmuyor !


Kısacası, YAŞASIN SALATALAR !

Perşembe, Eylül 20, 2007

BERKAY'IN 3.YAŞ PASTASI

Bu sefer ki pastamız Bakü'nün muhtarı arkadaşımız Elif'in tatlı oğlu Berkay içindi. Kendilerinin en son favorisi Mickey Mouse olduğundan, sipariş bu büyük yerden bu şekilde geldi!

Annesi olacak çalışkan karınca, site site gezerek uygun bir resim buldu. Babası büyük karınca ise bunu print edip, fotokopide büyüttü ve gece çalışarak yağlı kağıda şablonunu çıkardı. Derken o kadar uğraşın sonunda kalıbın küçük geldiği anlaşılınca, haydaaa bir daha aynı şeyler yapıldı. Üstelik annesi her detayı ayrı ayrı da keserek benim işimi fazlasıyla kolaylaştırdı!

Yani bu tür pastalarda tek tek ağız-göz-burun, vs de yağlı kağıttan kesilince, size sadece şeker hamurunun üstüne bu şablonları koyup, bıçakla şekillere uygun kesmek kalıyor..

Pasta yapanlara soruyorum, size de yaparken bir heyecan basıyor mu? Benim resmen kalbim atıyor sanki adrenalin artıyor vücudumda! Acaba güzel olacak mı, acaba düşündüğüm gibi çıkacak mı diye heyecanlanıp duruyorum yaparken. Hatta bu yüzden gereksiz hızlanıp, sabırsız davranabiliyorum detaylarda!

Gelelim yine pastaya..

Pastanın tarifini Gelincikler Burcu'nun Bake Shop'ta verdiği kurstan aldım. Kakaolu pandispanya hafifçe ıslak ve yumuşak! Arasında çikolatalı ganaş (krema+bitter çikolata) ve bir kata muz, diğer kata da cevizli krokan koydum.


Mickey'nin kulaklarına krokan koymadım belki çocuklardan bazıları sevmez diye..
Pasta oldukça ilgi topladı!! Berkay tutturdu "siz kulaklarını yiyin kafasını ben yicem, kafasını kesmeyinnnn" diye!! Sağ alttaki resimde ise Nehir "Berkay 3" yazımı sessizce yürütürken yakalanmış!!!

İlk kez pasta yaparken resimleyebildim ve Yaman Ayşe'nin anlatımı ile de şu süslü 4'lü resim olayını yapabildim! Ben size detayları anlatmayacağım çünkü bu konuda süper anlatımları olan bir sürü güzel blog var biliyorsunuz. Örneğin Akşam Menüsü, Hanimiş, Acemi Şef, Yaman Ayşe, Gelincikler, Pastacı, Yemekbahane, SelServis, Burçin, Zinnur : Bizim Pastane, Hünerli Müge, Devletşah , Fidaneli...liste uzuyo da uzuyo!! Kimi unuttuysam kusura bakmasın ne olur..

Bu resimler biraz da, "valla hepsini ben yaptım, her adımda ter döktüm" gibi bir durum yarattı ama neyse siz anlarsınız halimden!

Bu ilk şablonlu pasta denemem beni çok mutlu etti, gaza geldim hemen bir yenisini daha yapmalıyım. Şekline de bizim evdeki büyük patron karar verir artık!

Pazartesi, Eylül 17, 2007

Bir nevi relansman : 1 YAŞINDA YENİLİK



Blog olayına gireli 1 yıl oldu artık! İlk defa bu işe giriştiğimde Bakü'deki ilk yazımızdı ve ilk kez çalışmıyor olmanın verdiği garip bir boşluk vardı! 'Acaba yapabilir miyim, yapanlar nasıl yapıyor ki' şeklinde düşünüp, bir sürü blog gezmeye ve pek çok blogcu gibi internette konuyla ilgili okumaya ve araştırmaya başladım. Bir sürü anlamadığım terminoloji (ki hala bir sürüsünü anlamıyorum) ve bilgilerin içinde, olabilecek en temel ve basit formatı seçip başladım..



Başlamamla beraber aslında bu işin bana ne kadar uyduğunu keşfettim çünkü ben tam bir bilgisayar hastasıyım sanırım! Bütün gün bilgisayarım açıktır ve işten kalma bir alışkanlıkla sürekli mail kontrol ederim...yine çalışırken en sevdiğim şeylerden biri de sunum hazırlamaktı! Fotoğraf çekmek ise aileden gelme bir başka merak.



Yemek ise gerçekten kişiliğimle bütünleşmiş, çook sevdiğim bir uğraşımdır...Lisedeyken okula götürdüğüm sandviçlere o kadar özenirdim ki her sabah bir seremoni şeklinde hazırlardım! Ama ondan ziyade, yapılışını anlatmaya bayılırdım!! Yine lisede, sınavlara hazırlanırken filan sıkıldıkça evdeki yemek kitaplarını roman okur gibi okurdum gecenin körlerinde! Hala en sevdiğim kısım okumaktır ve bu yüzden ciddi bir yemek kitapları koleksiyonum oldu.


Derken üniversitede okulun radyosunda "Mutfak" adlı bir program yaptım!! Ne komiktir ki dinleyici kitlem yurtlardaki anne yemeği hasreti çeken, asla verdiğim tarifleri yakın zamanda yapamayacak bir öğrenci grubuydu!!! Bu durumda sanırım ben sadece kendimi mutlu ediyordum.


Bir gün Mutfak dergisi ilk çıktığında, üniversitedeki arkadaşlarla Bodrum'a gidiyorduk ve ben o kadar heyecanlanmıştım ki bütün yol boyu uyumadan dergiyi okuyup okuyup, hiç de ilgilenmeyen arkadaşlarımı " ay inanamıyorum bunun da tarifini vermişler, ay ay nasıl güzel resimler" diye baymıştım!



Neyse nihayet çalışma hayatındaki bir görevim yemek camiasına biraz daha yakınlaştırdı beni ama yine de bir hobi olarak kaldı. Evlilik ile de bolca pratik yaptım çünkü misafir ağırlamayı hep çok sevdim, hep bahaneler yarattım: doğumgünleri yılbaşları, bayramlar, vedalar, hoşgeldinler hep bizde kutlansın istedim!



Çok uzattım, neticede diyeceğim o ki bu blog olayı pek çok diğer yemek blogcu gibi, bana da, pek çoğumuzun ortak zevkini paylaşmak, anlatmak, daha fazlasını öğrenmek için vesile oldu! Bakü'deki ilk yılımda, bana ilaç gibi geldi, en büyük meşgalem oldu! Artık yemek davetlerinin başka bir anlamı daha vardı-var, bloglar ve fotoğrafçılık konusunda da öğrenecek çoook şey vardı-var!



Bir de tabii en önemlisi hala inanamadığım blogcu dayanışması var. Sanal dünyada edindiğim arkadaşlarımla gerçekten farklı bir dünyamız var - yeni ve hep değişen, gelişen bir dünya. Birbirimizi hiç görmeden paylaştığımız onca şey gerçekten hala bana çok ilginç geliyor.


Bir örnek de, bana pek çok konuda yardımcı olan Devletşah'la, bu sayede tanışıp, üstelik onun dergisinde, Yemekname'de yazmaya başlamam oldu! Düşünsenize biz Devletşah'la birbirimizi hiç görmedik daha, ben Bakü'de, o İstanbul'da, yazışıp duruyoruz!!!







Birinci yılı devirirken, yeni bir yüzü olsun blogumun istedim. Bu konuda da yine hiç görmeden blogundan çizimlerine bayıldığım Bengi'den yardım istedim ve sağolsun onca yoğunluğuna rağmen büyük bir sabırla, süratle ve titizlikle bana yardımcı oldu ! Ben yaptığı çalışmayı çok beğendim umarım siz de beğenirsiniz.




İnşallah gelecek yıllarda işin teknolojisini de biraz daha öğrenebilir, sizlere daha hoş yenilikler sunabilirim! O zamana kadar tarifler ve diğer gevezeliklerimle idare edersiniz umarım!


Birinci yılın muhasebesi budur...


Destek olan ve mesaj yazan, yazmayıp da okuyan herkese çooook teşekkür ederim..Ben gerçekten blogculuğu, blogcu arkadaşlarımı ve hergün yeniden bir sürü şey keşfedip öğrenmeyi çok sevdim..umarım siz de okumaktan keyif alırsınız!

Cumartesi, Eylül 08, 2007

İade-i tabak ! KIRMIZI MORUK TARTI !!!


Bakü'ye bu defa geldiğimiz gün Elif elinde bir sürü tabakla bize gelmişti. Tabaklar ne zamandır dolapta bana bakıyordu ve hadi artık birşeyler yap da evimize gidelim der gibi bir halleri vardı!!



Bu arada pazardan bu güzel kırmızı meyveleri almış, üstelik de adının burada "kırmızı moruk" olduğunu duyup epeyce gülmüştüm !! Devletşah'ın üzümlü tartlarına da yalana yalana bakmıştım kiiiii...







E hadi, dedim, o zaman birleşin ve de tartolet oluverin ve de rejim yapılan bu evden, bir an önce kaplarınıza girin ve gidin!!!


Ama gitmeden bana biraz poz verin çünkü çok güzel görünüyorsunuz böyle!!


Adınız kırmızı moruk ama bence çok hoşsunuz ! Ve bu tarifle gerçekten çok hafif ve leziz oldunuz!


Ben vallahi sadece ortadaki küçük olanı yedim ! Bu ara hem bir sürü tarif denemek istiyor hem de rejim yapmaya çalışıyorum. Durum fena yani !


Umarım siz pişirir ama bir de yersiniz dilediğinizce!!


Not: Bir şeyi eklemem lazım ! Bu sefer tarifi Devletşah'tandı ama uzun zamandır içinden çıkamadığım site Cafe Fernando'dan Cenk'in tart tarifleri de beni epey cezbetmişti! Onun tarifini yapacak malzeme ve zaman pek yoktu, ama bir daha ki sefere mutlaka onu da deneyeceğim. Buarada Cenk'in bir başka tarifindeki çikolata rendeleme işi çok hoşuma gitmişti. Şimdi onun fotoğraflarına bir daha baktım, onunkilere epeyce benzetmişim gibi duruyor! Ama siz yine de gidin bir orjinallerine bakın, gerçekten çok profesyonel ve güzeller !

Salı, Eylül 04, 2007

Etkinlik, diyet ve TONLU KÖZ KIRMIZI BİBER DOLMASI

Bu aralar evde yine rejim rüzgarları estiğinden ve bizim diyette akşamları sadece sebze ve salata olduğundan, harıl harıl değişik sebze yemekleri arıyorum! Daha önce de yazmıştım bu konuda ve birkaç önerim olmuştu meraklısına.

Eşime her akşam sadece sebze yedirince ve bu sebzeler de Bakü'de daha da kısıtlı olunca (enginar ve bamya yok mesela) geçen akşam bir değişiklik yaptım.

Bu leziz mezeyi, gördüğüm en güzel yerleden biri olan İspanya'nın Sevilla kentindeki Tapas (meze) barlarda yemiştim ve tadına hayran kalmıştım. Hem çok kolay hem de çok gösterişli!

Mezeler ve Aperatifler etkinliği vesilesi ile bu güzel mezeyi yapıp-yeme fırsatımız oldu.

Ton balıklı köz biber dolması

Malzemeler
  • 6 adet renkli biberler
  • 1 kutu yağsız ton balığı
  • 3 çorba kaşığı yoğurt (tercihen yağsız)
  • 1 tatlı kaşığı hardal
  • 1 avuç ince kıyılmış dereotu
  • dilerseniz çok ince kıyılmış turşu
  • 1 limonun suyu
Tarifi
  1. Biberleri fırının ızgarasında ya da ateşte közleyin ve kabuklarını sıcakken soyun
  2. Ton balığını ezerek, limon suyu, yoğurt, hardal, dereotu ve turşu ile karıştırın (rejim yapmıyorsanız ve tadını seviyorsanız light mayonez ile de karıştırabilirsiniz)
  3. Üzerine de seviyorsanız 1 kaşık balsamik sirke ve zeytinyağ ekleyerek daha da keskin bir lezzet elde edebilirsiniz

Cafe Gusto'dan Serpil'e bu güzel Etkinlikte kolaylıklar dilerim !

Pazar, Eylül 02, 2007

VEDA

İşte bir arkadaşımız daha Bakü'den ayrılıyor !

Daha önce de yazmıştım, yurtdışında yaşamanın en pis (Azerice kötü demektir) yanlarından biri de, tam biriyle arkadaşlığınız tatlı bir kıvama gelince, o birinin başka bir yere tayini çıkıveriyor!

Elbet bir gün sıra bize de gelecek ve giderken de başka bir hüzün duyacağız mutlaka. İlginç bir durum ama Azeriler de, bizler de, ne kadar eleştirsek de Bakü'nün ilginç bir 'ayrılırken hüzünlendiren, gidince özlenilen' bir hali var. Sanırım küçük ve samimi bir şehir olması, çok duygusal bir ortam olması, normal bir küçük şehirden daha sosyal olması ve traji-komik garipliklerin olması bunun başlıca sebeplerinden. Daha önceki bir Bakü yazımda bazılarından bahsetmiştim.


Azeriler hem biraz Rus sertliği hem de biraz Anadolu duygusallığı taşıyorlar. Bu da hayatlarının her aşamasına farklı farklı yansıyor.


Neyse gelelim Türklere ! Bundan bir 6 ay kadar önce, Elif'in önderliğinde Bakü'deki Türk Anneler kulübünü kurmuştuk. İyi ki de kurmuşuz, o gün bugündür gerçekten kendimizi daha bir evimizde hissediyor, yalnız olmadığımızı biliyoruz. İyi ve kötü günlerimizi paylaşıyoruz.
Gelelim vedamıza!

Burada çok sevdiğim arkadaşlarımdan Ceren, Abu Dhabi'ye uçup gidiyor! Bir başka sevdiğimiz arkadaşımız Lesley de Dubai'ye gitmişti, bu aynı ülkeye 2 etti ! Bizi 3-5 havalı alışveriş merkezine tercih ettiniz diye dalga geçiyoruz (burada hiç yok da - gerçekten yok)! Aslında daha önceki yazımda da anlattığım gibi 3-5 alışveriş merkezinden çok öte, çok gelişmiş bir ülke.

Neyse, bize de gitmek için 2 güzel bahane oldu yine !

Ceren'cim, yolun açık olsun. Umarım orada da çok mutlu olursun, çok güzel arkadaşlıklar kurarsın. Biz seni, Ryan ve Joshua'yı çok özleyeceğiz.


Bakalım Türk grubu bundan sonra ilk kimi uğurlayacak, kimin arkasından yine "aaah ah, keşke burada olsaydı" diyeceğiz.



Not: Ceren'in veda pastası doğum sonrası ilk pastam sayılır (bir de doğumdan kısa bir süre sonra eşime doğumgünü için şeker hamursuz boool çikolatalı bir pasta yapmıştım, epey zorlanarak!). Tarifini Burcu'nun temel şeker hamuru kursundan aldım. İçi çikolatalı pandispanya, çikolatalı krema, muz ve ceviz krokanlı. Ceviz krokana hastayım, bundan sonra hep onu kullanacağım gibi duruyor.

Pastanın üzerindeki arılar da, efendim Ceren'in güzel ailesini temsil ediyorlar!!! Sarı çöllere yolluyoruz ya arkadaşımızı, arap ellerine !!

Artık hevesle bir sonraki pastamı bekliyorum! Yaşasın mutfak!